Milli Bilinç ve Milli Değerlerin Aktarılması

Çanakkale Savaşı, milletimizin en parlak zaferlerinden biri olarak tarihe altın harflerle yazılmıştır. Her yıldönümünde hatırladığımız, bu savaş sırasında yaşanan hadiseler, yalnızca bizim için değil insanlık tarihi için de örnek teşkil etmektedir.

 

Neredeyse hepimizin akrabaları arasında Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybetmiş bir şehit vardır. Benim dedemin babası Abdullah da, bu savaşta şehit düşmüş. Bize ondan kalan ne bir mezar, ne de bir fotoğraf var. Daha nice adını bilmediğimiz şehitlerimizin kanıyla sulanmış bu vatanın bizler için anlamı çok büyük. Buna rağmen millî değerlerimizi ve şanlı tarihimizi, çocuklarımıza aktarma konusunda ne kadar başarılı olduğumuz tartışılır.

Avustralya ve Yeni Zelanda'da her yıl, Çanakkale çıkarmasının gerçekleştirildiği 25 Nisan tarihinde “Anzak Günü” adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da millî tatildir. Ayrıca bu törenlere katılmak için Avustralya ve Yeni Zelandalı turistler her yıl saatlerce süren uçak yolculuğu yaparak kafileler halinde Çanakkale’ye gelirler. Atalarının savaştıkları Gelibolu Yarımadası'nda toplanarak Anzakların çıkarma yaptıkları Anzak Koyu'nda yas tutarlar. 95 yıl önce bu çıkarmada hayatlarını kaybeden dedelerinin ayak bastıkları bölgeden hatıra amacıyla taş toplarlar. Gelen turistlerin birçoğunun gençlerden oluşması oldukça anlamlıdır.

Rahmetli Turgut Özal zamanında yaşanmış bir olay, konuyla ilgisi olması bakımından önemlidir. Japon eğitim uzmanları ülkemize gelmiş ve Türk eğitim sistemini incelemiş. Bu uzmanlar, Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş ve sonuç olarak şunları söylemişler:
"Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!"

Özal'ın "Nasıl?" sorusu üzerine şunu anlatmışlar: "Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza millî ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, ardından onlara dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösteririz. Orada çocuklara şöyle deriz: Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur."

Bürokratlarımızdan biri şu talihsiz kelimeleri sarf eder: "Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!"

Japon uzmanın bu söze verdiği karşılık oldukça düşündürücüdür: "Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!"

Evet, gerçekten de bizim Çanakkale destanımız on değil belki yüz Hiroşima eder. Bu savaşta dedelerimiz 40 değişik milletten düşmanla savaşmış ve vatan sevgisi işgal arzusuna üstün gelmiştir. Ancak savaştan sonra ülkelerine dönen insanların, Türk halkı ve askerlerini nefret ve kinle anmak yerine saygı ve onurla anmaları ne kadar büyük bir ecdada sahip olduğumuzun en açık göstergesidir.

Çanakkale Savaşına katılmış olan Lord Casey bu konuda askerlerimizle ilgili bakın hangi satırları kaleme almış:
“Biz Çanakkale Yarımadası'ndan Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek, kahraman Türk Milleti'ne ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlâtları gibi sever, onun mertliği, vatan ve insan sevgisi, siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti, bütün Anzakları hayran bırakan yurt sevgisi, insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla.”

28. Birlikten Gelibolu Yarımadasına Temmuz 1915'te çıkmış olan Avustralyalı C.J.Hazlitt ise kendisiyle yapılan röportajda şu sözleri ifade etmiş:
"Avustralya'yı terk ettiğimizde Türkiye'ye gideceğimizi bilmiyorduk. Gerçekte, Fransa'ya gideceğimizi düşünüyorduk. Ben işaretçi ve koşucu idim. Normal bir 24 saatlik yaşamımız vardı. Türklerle bizzat temasım olmadı. Türklerin dürüst savaşçılar olduklarını düşündüm. Esirlere de çok iyi bakıyorlardı. Gelibolu'da kaldığım süre içinde Türklerin herhangi bir çirkin ya da alçakça tutum ve eylemini işitmedim. Oysa daha sonra gittiğim Fransa'da deneyimlerim çok farklı oldu. Tüm harekâtın, iki taraftan da binlerce kaliteli genç insanın katliamı olduğunu ve bir sonuç vermediğini düşünüyorum"

Son olarak 1.Dünya Savaşından önce İstanbul’da hukuk müşaviri olan Kont Ostrolog’un sözlerine kulak verelim. “Kut-ül Amare kuşatması sonrasında Londra'da büyük bir harp meclisi toplandı. Doğu müsteşarı olmam dolayısıyla bu mecliste ben de bulundum. İngiltere Başbakanı Lloyd George şöyle dedi: ‘Efendiler, ben bir şeyi anlayamıyorum. Bizim gibi medenî milletlerin orduları savaşta barbarlaşıyor. Barbar saydığımız Türk orduları ise savaşta medenîleşiyor. Irak kumandanımızın bildirdiğine göre Türkler esirlerimizin istirahatını fevkalâde sağlıyorlarmış. Yaralılarımızı imkânları nispetinde tedavi ediyor ve şefkat gösteriyorlarmış. İşte bu davranışlarının sebebini bir türlü anlayamıyorum’. Daha sonra savaş bakanı söz alarak şunları söyledi:Ben de bu vaziyeti çok merak ettim. Çünkü şöyle bir hâdise yaşandı. Bir müddet önce, Çanakkale'de, bir çarpışma sırasında, esir verdiğimiz iki subay ve beş-altı yaralı askerimiz, Türkler tarafından tedavi edildi. Bu tedavinin yapıldığı yerde Almanlar da vardı. Bu Alman askerleri, tedavi edilenlerin İngiliz olduğunu anlar anlamaz, hemen saldırmış. Türk doktorlar ve yardımcıları, bunları durduramamış. Ancak, bu durumu gören Türk yaralılar, Almanların üzerine yürüyüp onları durdurmuşlar. Biz, Türklerin can evini yakmak ve yıkmak isterken, onların gösterdiği insanlığa hayret ettim."

Çanakkale Savaşı, yukarıda sadece birkaçından bahsettiğimiz örneklerle doludur. Bu savaş, Türk milletinin bütün yokluk ve imkânsızlıklarına rağmen, sarsılmaz bir inanç ile neleri başarabileceğini göstermesi açısından tüm dünyaya örnek olmuş bir kahramanlık mücadelesidir. Ülkesi ve vatanı için hayatını, gözünü kırpmadan feda eden aziz şehitlerimizle ne kadar övünsek azdır. Bu bağlamda toplum olarak onlara karşı millî bir borcumuzun olduğunu unutmamalıyız. Bize düşen görev, Çanakkale ruhunu ve millî değerlerimizi kutsal bir emanet gibi çocuklarımıza aktarmaktır.

 

Doç.Dr. Faruk Levent
 

Not: Bu yazı, Beylikdüzü İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından çıkarılan Bey İstanbul Dergisi'nin 3.sayısında yayınlanmıştır.