Üstün Yetenekli Çocukları Anlamak

Geçmişten bugüne “üstün yetenekli çocuk kimdir ve bu çocuğun özellikleri nelerdir?” sorusu dünyanın birçok ülkesinde cevap verilmeye çalışılan sorulardan biri olmuştur. Bu sorunun cevabı, içinde yaşanılan kültüre, coğrafi ve sosyo-ekonomik koşullara göre farklılık göstermektedir. 

Türkçede “yetenek” sözcüğü geniş bir anlam içermekle birlikte, “bir duruma uyma konusunda organizmada bulunan ve doğuştan gelen güç ya da kapasite” olarak tanımlanmaktadır. İngilizcede ise yeteneğin alanına bağlı olarak kullanılan “gift” ve “talent” olmak üzere iki ayrı terim vardır. Bunlardan birincisi doğuştan bahşedilen bir armağan olarak açıklanırken, “talent” ise bir marifet ve hüner anlamına gelmektedir. Üstün zekâ ve yeteneği erken dönemde fark edilmiş çocuklar için ise yaygın olarak “gifted” sıfatı kullanılmaktadır. 

Gagné (2004), üstün yetenekliliği (giftedness) doğuştan gelen, eğitimle kazanılmayan bir durum; yeteneği ise eğitimle kazanılabilen bir özellik olarak açıklayarak bu iki kavramı birbirinden ayırmıştır. Bununla birlikte Gagné (2009) yeteneğin, çocuklarda daha ileri yıllarda gözlenebilmesine karşın üstün yetenekli olmanın daha önceden kestirilebileceğini ileri sürmüştür.

Bilimsel bir kavram olarak ele alındığı 19. yüzyıldan bu yana üstün yeteneklilik, zekâ kavramı ve zekâyı ölçtüğü kabul edilen zekâ testleriyle açıklanmıştır. Zekâ testleri aracılığıyla tanımlama yapan kaynaklarda üstün yetenekliler, yapılan değerlendirme sonucunda zekâ bölümü sürekli olarak 130 ve daha yukarı puan alan bireylerdir. Zekâ testlerinden bağımsız yapılan tanımlamalara bakacak olursak, üstün yeteneklilik; “genel kabiliyetler, kişisel düşünce ve motivasyonun bir bileşkesi” (Feldhusen, 2005) ya da “normal olarak kabul ettiğimiz standartlardan hem niteliksel hem de niceliksel açıdan farklı içsel deneyimler ortaya koyan ve ileri zihinsel becerileri kapsayan eş zamanlı olmayan gelişim” olarak tanımlanmaktadır (Morelock, 1992).

İnsanların sayısal değerlerle karşılaştırılmasının doğru olmadığını savunan Roeper (1995)’a göre üstün yeteneklilik bir ürün değil, devam eden bir süreçtir. Üstün yetenekli kişi ise hayatın karmaşıklıklarının içine girebilme ve mükemmel bağlantılarını anlama kapasitesine sahiptir. Literatürde, üstün yetenekli çocukların yaşamlarının ilk yıllarından itibaren gelişim aşamalarına normal yaşıtlarına göre daha hızlı ulaştıkları vurgulanmaktadır. Erken gelişim döneminde üstün yetenekliliğin işareti olarak kabul edilen özellikler şunlardır (Silverman, 1993; Harrison, 2004):

• Bebeklik döneminde olağandışı atiklik
• Uzun dikkat süresi
• Daha az uyku ihtiyacı
• Yüksek aktivite düzeyi
• Aynı yüzleri yaşıtlarına göre daha erken tanıma ve ayırt etme
• Erken dil gelişimi
• Merak
• Keskin gözlem yeteneği

Üstün yeteneklilik geniş bir dizi yetenek ve özellikleri kapsayan kompleks bir kavramdır. Buna paralel olarak, üstün yeteneklilerin eğitimine yönelik programların desteklenmesi için bu bireylerin özellikleri ve kendine özgü ihtiyaçları hakkında ortak bir farkındalığın ülke genelinde oluşması gerekmektedir. Dolayısıyla üstün yeteneklilerin normal bireylerden farklı olarak sahip oldukları özelliklerinin bilinmesi bu bireylere yönelik eğitim imkânlarının sağlanması açısından da önem arz etmektedir.

Üstün yetenekli bireylerin tanılanması ve özel yetenek alanlarının belirlenmesinde kullanılan yöntemler genel itibariyle şu başlıklar altında toplanabilir:
• Bireysel zekâ testleri
• Grup başarı testleri
• Grup zekâ testleri
• Yaratıcılık testleri
• Kritik düşünme testleri
• Resim, müzik gibi alanlar için özel testler

Üstün yetenekli çocukların önemli bir kısmı, özellikle ilgilerini tam çekmeyen konulara karşı dikkat eksikliği ve konsantrasyon sorunu yaşamaktadır (Webb ve Latimer, 1993; Cline ve Schwartz, 1999). Dolayısıyla üstün yeteneklilik ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), benzer özellikler göstermesi nedeniyle zaman zaman birbirine karıştırılabilmektedir (Biederman, Monuteaux ve Mick, 2006).

Literatürde bir toplumda, nüfusun %2’sinin üstün yetenekli bireylerden oluştuğu kabul edilmektedir. Buna göre Türkiye’nin nüfusunu 77 milyon olarak ele alırsak, ülkemizdeki üstün yetenekli bireylerin sayısının bir buçuk milyon olduğunu söyleyebiliriz. Bu bir buçuk milyon içinde 0-24 yaş aralığında ise yaklaşık 650 bin çocuk ve gencimiz bulunmaktadır. Buna karşın ülkemizde tespit edilip “üstün yetenekli” olarak tanılanan bireylerin oranı %5’in altındadır. Bu noktada, Türkiye’nin üstün yeteneklilerin eğitimi alanında en başta çözmesi gereken probleminin bu çocukların tespiti ve tanılanması boyutunda yaşandığı söylenebilir.

Üstün yetenekli çocuklar bireysel farklılıklardan dolayı bazı psikolojik problemlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bu problemleri yaşamalarındaki en temel faktör, eş zamanlı olmayan gelişimdir. Gelişimin belli alanlarda çok hızlı olması, üstün yetenekli çocuklarda karmaşık duygu ve düşünceler ile yetersizlik duygusuna neden olabilmektedir. Örneğin zekâ yaşı 15 ancak takvim yaşı 10 olan üstün yetenekli bir çocuğun duygusal gelişimi takvim yaşını takip ediyorsa, bu çocuğun gelişim özelliklerinin eş zamanlı olmayan bir yapısı olduğu söylenebilir (Sak, 2010). Alsop (2003) tarafından yapılan bir araştırmada, 535 üstün yetenekli çocuğun arşiv kayıtları incelenmiştir. Bu çocukların eş zamanlı olmayan gelişimle ilişkilendirilebilecek davranış örüntüleri şu şekilde tespit edilmiştir: Kaygı, kendini eleştirme, aşırı derecede duyarlı olma, kolayca üzülme ve kolayca kızma davranışı yanında ergenlik döneminde görülebilen depresyon.

Üstün yetenekli çocuklar bilişsel heyecanlara, keşfetmeye, üretmeye yani zihinsel anlamda aktif olmaya yaşıtlarına göre daha çok ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde bu çocuklar okuldan sıkılabilir ya da derslere olan ilgilerini kaybedebilirler (Colangelo, 1991; Clark, 2002). Yani bu özellikteki bir çocuk ne kadar çok beş duyusunu, zihinsel ve duyusal alt yapısını kullanma fırsatı bulursa psikolojik açıdan o kadar sağlıklı bir birey olur. Buna karşın, gelişim olanakları kısıtlanmış üstün yetenekli çocukların bireysel mutluluğa ulaşamadıkları gözlenmektedir.

Üstün beyin gücü açısından zengin bir ülke olmamıza rağmen, üstün yetenekli çocukların tanılanması ve onların potansiyeline uygun eğitim olanakları sunma konusunda yetersiz kalındığı söylenebilir. Oysa bu bireylerin bir tanesinin bile normal çoğunluk içinde kaybolup gitmesi ya da potansiyelini kullanamaması hem ülkemiz hem de bütün insanlık adına büyük bir kayıptır.

 

Doç.Dr. Faruk Levent
Marmara Üniversitesi
Sağlığın Sesi Dergisi, Şubat 2016